15 Aralık 2011 Perşembe

birbirine dolanan hayaller yumağıdır hayatımız
kim karar verebilir
birbirine dokunan taş ve su hakkında,
kimin kimi ayakta tuttuğuna,
ve günün aslında kumdan,
tuzdan ve ışıktan oluşmadığına?
boşlukları doldurduğumuzda
belirecek hayatın anlamı,
taşı ve suyu doğru yorumladığımızda,
bir yarı öbür yarıyı anlayacak:
olgunluk bize yaban meyvesi gibidir;
gevşek ağızlarımıza dokunan zehir!
kim sana verdiklerimi,
senden aldıklarımı çözebilir?
birbirine dolanan hayaller yumağıdır hayatımız,
hayalleri dik tutmak gerekir

Birhan Keskin

22 Kasım 2011 Salı

ben ruhi bey nasılım


"...
O ben ki
Bir kadında bir çocuk hayaleti mi
Bir çocukta bir kadın hayaleti mi
Yalnızca bir hayalet mi yoksa.

Ne peki
Yere dökülen bir un sessizliği mi
Göğe bırakılmış bir balon sessizliği mi
İşini bitirmiş bir org tamircisinin
Tuşlardan birine dokunacakkenki
Dikkati ve tedirginliği mi.

Bekler mi beni
Her yanı, ama her yanı çocuklar gibi gülümseyen
Bir sürü yaz gününün içinde
Acaba bekler mi beni
Uykularım, o sonsuz uykularım
...
Ayırmasam kendimi
Diyorum ayırmasam
Köhnemiş bir geminin -izine pek rastlanılmayan-
İçindeki bir yolcudan da, değerli taşlarla dolu cepleri
Cepleri yüreği cepleri
Ayırmasam da ben
Kim görürdü o yolcuyu, yani kim farkederdi beni
Sıradan acılardır çünkü bütün ilgileri toplayan
Oysa sıkıntıyı buruşuk bir iç çamaşırı gibi saklayan
Bu kımıltısız gövde
Görülmemiştir ki hiç görülsün şimdi
Görülmediği gibi gündoğumundan havalanan kuşların
Ya da bir oda kapısını açtığınız zaman
O müthiş öğle sıcağında
Pencerenin önünde örgü ören birinin
- Örgü mü, bir çay bardağını başka başka tutan ellerin becerikliliği mi-
Görülmediği gibi
Ama var mıydı sanki görülmek isteyen
Var mıydı bir şeyler bekleyen yüreğimin eskittiklerinden.
...
Ve her şey hızla yetişti sonra
Sarı bir günün kahverengi yarınına.

Yıkılmış bir ağacın üstünde yıllarca oturdum da
Gözleri avına benzeyen bir avcıydım sanki
Ağaç da çürümüş zaten
Kazımış, oymuş bir yerlerinden gelip geçen onu
Ağaç mı, içi yıllarla dolu bir kutu mu
Çözmek için mi acaba içlerindeki bir gizi
-Gizi mi, bir giz gereksinmesini mi-
Yoklamışlar orasından burasından
Kim bilir.
...
 Ve sanki
Yıllar var ki saklamışım orda ben

Saklamışım anlaşılan
Odasında yapayalnız doğuran bir kadının
Dışa vurmak istemediği
Ya da pek gereksinmediği
O iniltiyi andıran
Duyurulmayan her şeyi.
...
Ve her şey dönüştü işte
Kahverengi bir çarşambadan
Sapsarı bir cumartesiye.

Ansızın bir rüzgar çıktı demin
Çölde yanıt arayan alaycı bir rüzgar
Kolalı bir örtü gibi acıtıyor yüzümü
Yakıyor gözkapaklarımı da
Toplayıp getiriyor anılarımı bir bir
Uzun yolları hiç sevmeyen anılarımı.

(Kaç türlü girilirdi anılardan içeri?
1 - İşte! bir zambağın özsuyunun içilişi gibi
2 - Süt emer gibi bir memeden
Bütün renklerin ve bütün kokuların bir anda bilinişi
3 - Dibini kazıyor alanlar: dünyanın iç çekişi.)

(Ansak mı anmasak mı
Yeri mi şimdi değil mi
Bir tren yolculuğunda ve her yerde
Her şeyin ya da hiçbir şeyin hiç mi hiç çekilmezliğini
Bir hafta tatilini, bir öğle vaktini, belki bir pazartesiyi
 ...
Acaba görmesek mi
Bir treni ve dünyada tren olan her şeyi.
...
Söylesek, yeniden mi söylesek şimdi de
Ben uzun yolları hiç sevmem
Doğacak bir çocuk gibi beklemeli anılar
Ansızın doğmalı, ansızın ölmeli saniyelerde.)

Bırakıp gidiyor anılarımı rüzgar
Denize bırakılmış çöpler gibi
Yol kenarlarında birikmiş gereksiz eşyalar gibi
Geri veriyor ve çekip gidiyor usulca.
...
Ve pencerelerde belli belirsiz bir kadın
Pencerelerde ve her yanda.

Bir çocukta bir kadın hayaleti mi
Bir kadında bir çocuk hayaleti mi
Yalnızca bir hayalet mi yoksa.

(Nerdeyim
Kelebeklerden dokunuşlar alan bir yaprak gibi inceyim
Para bozduranların az çok bildiği
Adres soranların gene bildiği
Bir sokakta bir aşağı bir yukarı
Saatlerce dolaşanların hemen hemen bildiği
Amansız bir güceniğim.)"

Edip Cansever

16 Kasım 2011 Çarşamba

Sessizliği Öğreten Sesler

İnsan yeterince kulak kabartırsa, daha önce duymadığı uzak sesleri de duyabilir. Tek bir gölgenin karartmadığı çöle doğru koşan yabani atları sözgelimi, çığlık çığlığa dönen binlerce kuşu, vedalaşmak için sallanan bir mendili, gün ışığının anısına tutunup basamak basamak yeraltı ülkesine inen kökleri, ihtiyar dişsiz bir ağzın mırıldandığı aşk şarkısını, tören alaylarını, zafer marşlarını, bir darağacının çatılışını… Dağlardan yuvarlanan taşları -ki onlar savaşı yitirmiş titanların kapkara gözyaşlarıdır. Rüzgârda savrulan kurumuş ağaçları, ağıtları, bir kemiğin kırılırken, bir zarın, bir tohumun yırtılırken attığı incecik çığlığı. Gecikmiş, çok geç kalmış adımları… Bir gülümsemenin sesini duyabilir insan isterse, bir bakışın, bir yıldızın sesini, kabuk bağlayışını bir yaranın. Mahcup mahcup çiçeklenen dalda uyanışını bir mevsimin, toprağı delmeye hazırlanan başağa fısıldanan duaları… çağlayanları, sokaklarda sürüklenen yaprakları, kağıtları, şafağın insanların dünyasından koparıp aldığı, hayata yollanmış mektupları, çok yakınındaki bir koroyu, ağır ağır dalgalanan altın sarısı buğdayları, uzakların çağrısını, bir sarmaşık gibi çevresine dolanan kendi yazgısını… Bir zamanlar burada yaşamış, çoktan göçüp gitmiş herkesin öyküsünü anlatan yağmuru. Gökyüzünün derinliklerine yükselen bir mermiyi de duyabilir, bir ilahiyi de… Yitip giden her şeyi sarmalayan sessizliği de… İnsan korkmadan dinlerse, adımlarının altındaki canlı karanlığı duyabilir, köklerle ölülerin birbirine düğümlenmiş ezgisini, upuzun bir unutuştan sonra yeniden doğan ağacın susuzluğunu duyabilir, tanrıların kızgın soluğunu, uğuldayan, kıvranan boşluğu… Yüreğin dört bir yanında açılıp kapanan, çarpan kapıları. Sözcüklerin umutsuz suskunluğunda insan, hayatı boydan boya bir ağ gibi kuşatan o nabız atışını duyabilir, kendi bedeninde sallanan sarkacı, coşup kabaran, yavaşça güçten kesilen yürek rengi sesi. Adları, öyküleri, zamanı anlatan sesi… Saatlerce yağdığı halde, ancak kesildiğinde yağmuru fark etmesi gibi, son birkaç damlayla insan, sessizliği öğreten bütün sesleri duyabilir.”
Aslı Erdoğan- Hayatın Sessizliğinde

11 Kasım 2011 Cuma

Mavi Kuş

yüreğimde çıkıp gitmek isteyen
mavi bir kuş var
ama ben onun için çok sertim
kal orda diyorum, kal
seni kimsenin görmesine izin
vermeyecegim
yüreğimde çıkıp gitmek isteyen
mavi bir kuş var
ama ben onun üstüne viski döküyorum
sigaramı üflüyorum
ve fahişeler, barmenler ve manav
hiçbir zaman orda olduğunu bilmezler
yüregimde cıkıp gitmek isteyen
mavi bir kuş var
ama ben onun için çok sertim
diyorum ki
çök oraya, her şeyimi bozmak mı istiyorsun?
işlerimi altüst mü etmek istiyorsun?
...
yüreğimde çıkıp gitmek isteyen
mavi bir kuş var
ama ben cok zekiyim
sadece bazen geceleri dışarı çıkmasına izin veririm
herkes uyurken
derim ki,orda oldugunu biliyorum
üzülme
ve sonra yine içime saklarım
ama biliyorum şarkısını hafifçe mırıldanıyor
ölmesine izin vermiş değilim
ve biz gizli anlaşmamızla öylece
uyuruz…
ve bu bir insanı ağlatacak kadar hoş
ama ben ağlamam
ya sen?

Bukowski

3 Kasım 2011 Perşembe

  " Hayatın da bir kıvamı var... her nasılsa bünyede hayatı sürdürmeye yarayan bir kıvam var. Kendi kendini öfkeden, hüzünden çıkaran, sürmeye yarayan bir kıvam bu.  ... Onu diyorum yani: ... ağır olmayan her şey hafif değildir. Çünkü...
     Hayatın bir kıvamı var!" Ece Temelkuran

28 Ekim 2011 Cuma

"Ama işte her şeyin bir sonu vardı ve hayat denen şey bir illüzyonlar silsilesinden ibaretti.Yaşanan ya da var olan her şey senin baktığın yere göre anlam değiştiriyordu. İyi ya da kötü, doğru ya da yanlış diye bir şey yoktu; yalnızca senin o an olduğun yer vardı ya da daha da beteri, senin olduğunu sandığın yer vardı...Sen yer değiştirdikçe anlamlar kayıyor, iyiler kötüye, yanlışlar doğruya dönüşmeye başlıyordu.Aşağıdan baktığında büyük görünen şey yukarıdan baktığında küçülüveriyordu, oysa baktığın şey hep aynıydı...
İşin en kafa karıştıran kısmı ise, kimsenin ne kendisinin ne de diğerlerinin durduğu yeri tam olarak görebilmesiydi.Geçmişimiz, bugünümüz, hayallerimiz, hayal kırıklıklarımız, acılarımız, tatminsizliklerimiz ve daha bir sürü şey bizi ileri geri sürüklüyordu.Mutlak olan, bariz olan hiç bir şey yoktu ve aslında hepimiz kaybolmuştuk." Hande Altaylı-Aşka Şeytan Karışır  

20 Ekim 2011 Perşembe

En oida, oti ouden oida*

 
“…bir şeyin ‘gerçek’inden bu denli emin bir biçimde söz etmenin güveninden ürker; bu güvenin burnu büyüklüğünde temel bir yaşam bilgisi noksanlığı sezerim hep. Çünkü, bence bu kadar emin olmak, bilgi ile değil, yaşama azlığı, deneyim kıtlığı ile açıklanabilir. yaşama sahiden bulaşmış olan insanlar, ‘gerçek’ten ya da ‘gerçek’lerden dem vururken daha temkinli olur, bu çeşit konularda çoğul terazi kullanırlar."  M. Mungan
 Bir şeyin gerçekliğinden emin olmanın rahatlığı karşısında, sürüp giden şüphe duygusu acı verici. Hayatı veya hayatın içinde bir anı/durumu/olayı sorgularken, dönüp dönüp içine bakarken silkeliyor, hırpalayıp duruyor kendini şüpheci. Ama tam da bu sebeple, şüphe duyan gerçeğe en çok yaklaşan oluyor. Zira bir önermeyi doğru kabul edip, içselleştiren ve karşısına çıkan her benzer durumda kıyas yoluyla bu bilgiyi kulanıp hazıra konan bireyin aksine, şüpheci her fırsatta doğru kabul edilenleri sorguluyor, tartıyor...Her daim huzursuz ve sancılı olsa da, bu yönüyle şüpheci  daha devrimci, değişime daha açık ve hatta daha demokratik...Sabit fikirli kendi doğrularını değişmez kabul eder ve insanları kendi doğrularına göre sınıflandırırken, şüpheci, sınıflandırmaları çok yönlü bir bakış açısıyla, en fazla "gerçeğe yaklaştıracak araçlardan biri" olarak ele alıyor. Dolayısıyla her olayı kendi ekseninde, yeniden ve olayın kahramanı olan bireylerin özgeçmişlerine daha az değer vererek yargılıyor...Biliyor ki iyilik ve kötülük, güzellik ve çirkinlik, bilgelik ve meczupluk, aşk ve nefret, mutluluk ve acı bireyin ve hayatın içinde sabit, birbirinden bağımsız ve saf halleriyle bulunmuyor, birbirinin içinde karışıyor, birbiriyle çatışıyor ve  her an değişiyor...

 * Tek bildiğim şey, hiçbir şey bilmediğim. Sokrates

22 Eylül 2011 Perşembe

Bir Düşün İçinde Düş

"...
Bütün gördüğümüz ve göründüğümüz
Yalnızca bir düşün içinde bir düş.
Kırılan dalgaların dövdüğü bir kıyının
Haykırışları içinde duruyorum:
Ve altın kum taneleri tutuyorum avucumda
Ne kadar az! Ama nasıl da
Süzülüyorlar parmaklarımın arasından derinlere
Ben ağlarken- ben ağlarken!
Ah Tanrım! Daha sıkı
Tutamaz mıyım onları?
Ah Tanrım! Tekini bile kurtaramaz mıyım acımasız dalgadan?
Bir düşün içinde bir düş mü
Bütün gördüğümüz ve göründüğümüz?"
Edgar Allen Poe


Ekşi sözlükten unplugged şöyle çevirmiş:
...
dalgaların gürültüsü
sahilin işkence iniltisi
ortasında öylece duruyorum
altından kum tanelerini
avuçlarımda tutuyorum
ne kadar azlar!
azalacaklar da daha
süzülerek parmaklarımın
arasından boşluğa
ben sürekli inler inlerken:
heyhat! sıktıkça yumruklarımı
neden durduramam onları?
heyhat! bir tanecik olsun
kurtaramaz mıyım zalim dalgalardan?
yoksa bütün bu görüp göründüğümüzün
kalır mı farkı,
rüya içinde bir rüyadan?"


Bu daha çok hoşuma gitti benim.

9 Eylül 2011 Cuma

Yaşamın öyle noktalara gelecek ki,
eski çerçevesinden çıkıp dört bir yana açılan
yol ağızlarında duruyor olacak;
ama, göreceksin ki, bu yollar hiç de
yeni yerlere ulaşmıyor - hatta, hiçbir yere ulaşmıyor:
'çıkmaz sokak' hepsi...

Yaşamın 'çıkmaz sokak'lara çıkmakla geçecek
- hem de, bunlardan değil çıkmak,
giremeyeceksin bile onlara!

Yaşamın çıkılamazlıklara girememekle geçecek.
Oruç Aruoba

4 Eylül 2011 Pazar

"Üstelik bazen bir sûret aslından çok daha tehlikeli olabilir. Çünkü kendi içimizde, kendi zenginliğimizde tehlikesiz büyümektedir." Nazan Bekiroğlu / Yusuf ile Züleyha

4 Ağustos 2011 Perşembe

her savaş; iç savaş...

"insanları öldüren kader, onları görebilmemiz ve gözlerimizi bu cesetlerle doldurabilmemiz için bizi de sorumlu kılıyor. Korku, alışılagelmiş korku, kaçış değil. İnsan gerçeği kavradığı için utanıyor.- işte gerçek önümüzde. Her ceset sen, ben ya da biz olabiliriz. Arada hiç fark yok. Eğer yaşıyorsak, bunu bir başkasının kirletilmiş cesedine borçluyuz. Bu nedenle her savaş bir iç savaştır. Her şehit, yaşayan canlıya benzer ve ondan ölümünün hesabını sorar"

Tezer Özlü- Zaman Dışı Yaşam- C. Pavese'den alıntı

29 Haziran 2011 Çarşamba

...

"bu sözde uygar dünyada, görünüşte uygar davranan insanlar arasında gerçekte sürekli bir savaşın egemenliğinden kuşku mu duyuyorsunuz? insanların birbirlerini ağır ağır öldürmekte olduklarına inanmıyor musunuz? kimi zaman herkes açık ve seçik görebiliyor bu gerçeği, ama uzun zaman parçaları boyunca da insanlar yine belli bir dinginlik içersinde yaşayıp gidiyorlar, küçük yaralarıyla, yaralanmalarıyla birlikte ve aslında yaşanabiliyor da bunlarla."
Ingeborg Bachmann

20 Haziran 2011 Pazartesi

Yürüme...

“Yol, kendine bir yer bulamamış kişinin özlemidir.”

“Kendi yerini yerleşiklikte bulamayan kişi onu yolculukta arar”.

“Yerini yitiren kişi yola çıkmak zorundadır.”

“Kişi niçin yola çıkar ki?
–Yürümek istediği için…
Bunun da tutturduğu yolla
hiçbir ilgisi olmayabilir
–çoğunlukla da yoktur..”

“Bir yola çıkan kişi,
bir yerden bıkandır;
bir yerde konaklayan ise
bir yolda yorulan–bu
iki konum böylesine farklı…”

“Yeri yalnız kendi yeri,
yolu yalnız kendi yolu
olan kişi ne yerinde ne yolunda,
başka kişilere rastlamayacaktır.
–rastladıkları da, hep, onun
ne yerini ne yolunu anlayanlar olacaktır.”

“Nereye – ne yere–gittiğini, gideceğini, gitmek istediğini bilmeyen kişi için her yol aldatıcıdır. Sürekli yolda olması gereken kişi, — yeri yol olan kişi- bir yere yerleşme isteğini her duyduğunda kendini aldatıyordur.”

“Yolunu kendin yürüyebilmek için, yönünü kendin koymak zorundasın.”

“Yolu yürüyen bilmez; açan bilir.”

“Yola çıkan kişinin tek “yardımcısı, yolu, yanında, onunla birlikte yürüyendir–yoldaştır..”

“Yol üstünde tek “yardım” yolu, yürümektir.”

“Yol iki yer arası değildirdir, yer iki yol arasıdır.”

“Yolda yürüyenin yüzü, yönüne çevrilidir, yöneldiği yer, yüzünden okunur.”

“ Bir yaşam, bir yönün bir yol olup olamayacağının denenme sürecidir.”

“Başkalarının kendi yürüdüğü yolu yürümesini isteyen kişi, en azından kendisine ihanet ediyordur.”

“Yerini yitiren, yeniden yerleşemez.”

Oruç Aruoba, Yürüme

penguen 2

"O büyük ve muazzam zamanda unuttum
Kanatlarım çok oldu üşüyor benim
Bu beyaz ıssızlıkta göğsüme düşüyor
Bu yüzden eğik boynum.

Bir kuşun anısı kalmış bende, saklı
Bundan gözlerimdeki kayalık,
İçimdeki serseri buzullar

Dürtme içimdeki narı
Üstümde beyaz gömlek var."

Birhan Keskin

15 Haziran 2011 Çarşamba

penguen



"unutmadım aramızdaki beceriksiz dili.
dünya yordu bizi. benim de söyleyemediklerim
var. hiç söyleyemeyeceğim onları belki de.
uzun bir yolu geliyoruz seninle, yolu
geldikçe anlıyorum ki, biz,
bu dünya üstünde yürüyemiyoruz bile."

Birhan Keskin

14 Haziran 2011 Salı

adam

Adam şapkasına rastladı sokakta
Kimbilir kimin şapkası
Adam ne yapıp yapıp hatırladı
Bir kadın hatırladı sonuna kadar beyaz
Bir kadın açtı pencereyi sonuna kadar
Bir kadın kimbilir kimin karısı
Adam ne yapıp yapıp hatırladı

Yıldızlar kıyamet gibiydi kaldırımlarda
Çünkü biraz evvel yağmur yağmıştı
Adam bulut gibiydi, hatırladı

Adamın ayaklarının altında
Yıldızların yıldız olduğu vardı
Adam yıldızlara basa basa yürüdü
Çünkü biraz önce yağmur yağmıştı.

Cemal Süreya

16 Şubat 2011 Çarşamba

Tavşan Kanı...

Senden önce bir Rum papazdım
Sakallarıyla bir eski korudan
Meryem dağlarını ünledim miydi
Keçiler şaşırırdı yolunu

Allah için ben insan değildim
Ellerin olmasa okşamasaydın beni
Kim diye bakardın bu kara bulut
Cehennemin ucundan gölgesi

Kendi elinle kazdığın kuyuya
Aşk ufacık bir taş atmaktır
Gürültüsü büyüyünce sessizliğin
Marifet yosunlar gibi susmaktır

Fıkara bir midyeden başlayan deniz
Nasıl da büyüdü mavi oldu
Oturmuş yere hanım hanımcık
Ölümün ayaklarını yıkıyor

Güneş batarken getirdiğin çay
Marmaradan daha yavaş soğurdu
Göz göze geldikçe düşünürdüm de
Hep akşamla boyasınlar sandalları

Biz uslu sevgilerin türbesiydik
Her gece uyanan mezar taşlarıyla
Öyle çoğalırdı ki tavşanlarımız
Yaşayan kalmayacaktı nerdeyse


Can Yücel

29 Ocak 2011 Cumartesi

Ya içindesindir çemberin, ya da dışında yer alacaksın...

   "...yoldan geçerken arabanın penceresinden gördüğüm bir manzarayı yıllar bana hiç unutturmadı. Çevresine bir daire çizilen adam etrafını kuşatan bir kalabalık tarafından sürekli taşlanıyor, adamsa o dairenin dışına çıkamıyordu. Adamın Yezidi olduğu söylendi. Bir azınlık toplumu olduklarını, şeytana taptıklarını, inançlarına göre tavuskuşunun ve dairenin kutsal olduğunu, bu yüzden çizilen daire silinmeden içindekinin dışına çıkamadığını öğrendim. Bu inancı gülünç bulanların da başka türlü görünmeyen daireler içinde olduğunu ve bunun dışına çıkamadığını çok sonra anlayacaktım. Tıpkı daha geniş bir coğrafyaya çıktığımda, dünyanın her yerinde her türlü azınlığın nasıl taş altında tutulduğunu anladığım gibi.
    ....Daire, çizen için bir komediydi. Dairenin dışındaydı. Saçma bulduğu bir inancı silah olarak kullanıp, inananı teslim alabiliyordu. Bu, ona bir iktidar sağlıyordu. Dairenin içindeki içinse bir dramdı. Tutsak ediliyordu. Yazgısını, Öteki'nin insafına terk ediyordu.
   Ya kişi, daireyi kendi eliyle, kendi çevresine çiziyorsa... İşte bu bir trajediydi. Seçiminin içerdiği sonu yaşayacaktı."

Paranın Cinleri- Murathan Mungan

13 Ocak 2011 Perşembe

'dün'e, 'şimdi'ye ve 'yarın'a dair...

Kendim de dahil herkese bir hatırlatma babında :

‘Şimdi’den başka bir şey asla olmamıştır ve eğer insan ‘şimdi’de yaşayamazsa başka hiçbir yerde yaşayamaz...  (Lin Ch’i)

"Bugün, dün kaygı duyduğun yarındır." (Kaynağı bilinmiyor)

"Dünle beraber gitti cancağızım düne ait ne varsa; şimdi yeni şeyler söylemek lazım" (Mevlana)

"gönlüm, aranıp dünleri feryat etme, 
kam almak için yarınlar icat etme
dünler düş olup gitti, yarınlarsa  hayal
cahilce şu gerçek günü berbat etme." (Ömer Hayyam)

"Bir gün korkularını yenmek için okyanuslara meydan okuman veya gökyüzünde serbest atlayış yapman gerekmez. Yalanı öldürürsen, 'şimdi'nin gücüne olabilecek en basit şekilde girersin. çünkü insanın doğal, kahramanca ve ölümsüz olan tek durumu, 'bu an ve burada' yaşamaktır." (Stefona e D'anna)